Devletin kendine hain varlığı

Kökleri hiç birimizin yaşayıp görmediği çok daha eski dönemlere gidiyor; aşağıda biraz anlatıyorum, ölülerin yaşarken yaptıklarının esiriyiz bir bakıma. Yine de daha yakınlardan başlayayım. 2004’teki hızlandırılmış tren kazası, işaret fişeği gibiydi. İnsanlar teneke bir kutuya dizilmiş, kutu yere doğru hızla fırlatılmıştı sanki. En son Giresun’da insanlar, ailecek arabalarıyla akraba ziyaretine giderken sele kapıldılar. Covid hastası üfürükçü, covid’e karşı insanları korumak için üfledi, hastalığını yaydı. Güvensiz yaşıyoruz ve bunu biz kendi kendimize yapıyoruz.

Dolarla ölçülen milli gelirimiz, son yirmi yılda dünyadaki gelişmelere bakarsak en az şimdikinin iki katı olmalıydı ve altı katına kadar artma potansiyeli bulunuyordu. Nerede? Tam tersine 2007 düzeyine doğru geriliyoruz. Dünyada gelişim durmuyor ama olsun; bir gayret, kısa zamanda 1071’e de döneriz bu gidişle. 1000 yıl öncesinde yaşayan bir ülke olarak BM, tüm memleketi koruma listesine bile alabilir.

Neden diye sorduğumda yanıt, şu ya da bu insanın bilinç, ahlak, beğeni bozukluklarında yatmıyor. Türkiye’de insanların bildiklerinden, istediklerinden, yaptıklarından bağımsız bir toplumsallık olarak, ülkeyi parçalama, milleti ayrıştırıp birbirine düşürme, kendini yıkma işlevini gören, bu anlamda kendine hain bir devlet varlığı gözleniyor. Herkes bu varlığın sürmesini sağlayacak biçimde uygun toplumsal konumlara yerleşiyor; hiç bir konuma uymayan ya da kendine biçilmiş konumda uygunsuz davrananlar, bertaraf oluyorlar.

“Devletin kendine hain varlığı” yazısını okumaya devam et

Özgürlük, düzenleme ve sosyalizm

Sınırlanmadan, engellenmeden, bağımsızca istediğini yapabilmek olan özgürlük, nasıl olur da özgürlüğün kısıtlanması olan düzenlemeyle biraraya gelebilir? İlki toplumcu özgürlük anlayışına göre düzenleme, ikincisi bireyci özgürlük anlayışına göre düzenleme olmak üzere iki yoldan.

“Özgürlük, düzenleme ve sosyalizm” yazısını okumaya devam et

Türkiye’de Aklın Durumu

Bu soruna daha önce Aklın Kuşku Hali’nde parmak basmıştım. Şimdi “görü” desem kim ne anlayacak? Günlük hayatta kullanımı yoktur. İçeriksiz, soğuk, katı ussallıkla kullanılan bir kavram gibi gelir insana. Ya “sezi” ya da “sezgi” desem ne anlaşılır? “Sezi” şimdi burada olmayan bir şeyin var olduğunu hissetmektir. Anlatacağımı her ikisi de karşılamaz. En iyisi özneye vurguyla “içseyrediş” nesneye vurguyla “içseyrediliş” diye adlandırdığımı tane tane anlatayım.

“Türkiye’de Aklın Durumu” yazısını okumaya devam et

İnsan türü

Türlerin o türün her bireyinde bulunan türsel özellikleriyle kavranmasının, türlerin varlıklarını nasıl sürdürdüklerini ve evrimi anlarken yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Kanımca bireylerin tümünde bulunan özelliklerin yanı sıra düzenli biçimdeki tür içi çeşitlilik, türlerin varlıklarını sürdürmelerini ve evrimi belirleyicidir.

“İnsan türü” yazısını okumaya devam et

21. Yüzyılda Atatürk

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebeveynlerinin verdiği ad yalnızca Mustafa’dır. Diğer üçünü, hak ederek yaşamı içinde kazanmıştır. Bunları, öyle kendi kendiyle böbürlenme olarak dayatmamıştır, yaptıklarına karşılık geldiğinden ona uygun bulunmuştur. Paşa, Atamızdır. Hiç bir değerlendirme bu gerçeği bırakın silmeyi, gölgeleyemez.

“21. Yüzyılda Atatürk” yazısını okumaya devam et